İktidarın Korkusu, Milletin Cesareti: Yeni Bir Türkçülük Davası mı?

Türkiye’de uzun süredir siyaseti şekillendiren baskı politikaları, son dönemde muhalif kesimlere yönelik sistematik bir hâl almıştır. CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın’a, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’a soruşturma başlatılması ile başlayan siyasi sindirme operasyonlarının ardı arkası kesilmedi. Zafer Partisi Genel Başkanı’nın gözaltına alınmasıyla AKP iktidarı, “sopa elimde” şovuna son hızla devam edeceğini göstermiştir.

Bu siyasi tutuklama süreci dün başlamış değil. Bundan bir yıl önce gözaltına alınan Muhbir Genel Yayın Yönetmenleri Serkan Kafkas ve Süha Çardaklı ile birlikte pek çok Türk milliyetçisine karşı yürütülen siyasi operasyona karşı tek vücut hareket edilmişti.


Geçmişteki olayların devamı niteliğindeki bu hukuksuz süreç, “2. Türkçülük Davası” ya da “2. Ergenekon Dalgası” olarak adlandırılmalıdır. 1944’te de benzer bir şekilde, devlet eliyle Türk milliyetçileri yola getirilmeye çalışılmış; yargı, siyasetin bir sopası olarak kullanılmıştır.

O gün bizi bir araya getiren ruh, bugün tekrar bir araya getirmiş; İYİ Parti ve CHP’den pek çok vatansever, Ümit Özdağ’ı desteklemek üzere Çağlayan Adliyesi’ne doğru yola çıkmış, polis ise barikat kurmak zorunda kalmıştır. FETÖ kumpaslarına kurban edilen Ergenekon Davaları’nda yargılanan paşaların ahı hâlâ AKP’nin üzerindeyken, iktidarın, vatanseverlere karşı yine hukuka aykırı bir süreç inşa ettiği apaçık görülmektedir.

İktidarın unuttuğu, artık korkacak herhangi bir şeyi kalmayan milletin cesaretidir. Milletimizi psikolojik baskılarla; medya, hukuk ve ekonomi gibi araçlarla susturup korkutmaya çalışmak artık işe yaramamaktadır. 

Intihar haberlerinin havada uçuştuğu, işsizliğin zirve yaptığı, demografik yapının bilerek bozulduğu, kadınların katledildiği, askerin tüm haklarının ve saygınlığının elinden alındığı, ekonomi ve liyakatin dibe vurduğu, etik ve ahlaki değerlerin parçalandığı bir dönemde milletin korkacak neyi kalmıştır ? 

AKP Genel Başkanı, böyle bir dönemde istifa etmeyi düşünmek yerine “yeniden nasıl seçilebilirim” sorusuna çözüm aramaktadır.

Bunun yanında, iktidar ortağı Devlet Bahçeli ise milliyetçileri sırtından bıçaklayarak çıktığı basamaklar neticesinde terörist başı ile dost olmuş, üstüne Ülkü Ocakları aracılığıyla topluma korku vermeye çalışmıştır. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, tüm art niyetiyle İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nu tehdit etmiş, ardından Ümit Özdağ’a ağza alınmayacak sözler sarf etmiştir. Daha önce, kendi dava arkadaşı sokak ortasında öldürülen ve bu cinayete medyada adı karışmış birinin sarf ettiği her tehdit mesajı, işleyen bir hukuk devletinde soruşturma sebebidir. Devletin tüm imkânlarını kullanarak gücü elinde bulunduranlar, sadece kendi seslerinin çıkacağını sanarken milliyetçi cephe hepsine karşı tek yumruktur.

Görülüyor ki yıllardır kendi çıkarlarını vatanın çıkarlarının önüne koyan bir iktidara karşı, tüm imkânsızlıklara rağmen canla başla mücadele eden, medya ambargosuna ve ekonomik yetersizliklere rağmen sesini tüm Türkiye’ye duyuran Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı Türk milleti bugün bağrına basmış ve ona sahip çıkmıştır. Ümit Özdağ’a yöneltilen suçların tamamen mesnetsiz iddialarla dolu bir dosyadan ibaret olduğu açıkça görülebilir. Bu soruşturmanın ve gözaltının siyasi olduğuna yönelik güçlü şüpheler, MHP Genel Başkan Başdanışmanı Eyüp Yıldız’ın soruşturmayı yürüten savcıyı henüz geçen haftalarda ziyaret ederek medyaya fotoğraf vermesiyle daha da güçlenmiştir.


Cumhurbaşkanına hakaret, halkı kin ve nefrete teşvik etme ve anayasal düzene karşı hareket etme ile suçlandığı ifade edilen Sayın Özdağ, bu suçların hiçbirini işlememiştir. Asıl anayasaya defalarca aykırı davranan iktidar, anayasal düzene itaat etmemiştir. Bu sorunun cevabı, terörist başı ile iş birliği içinde oldukları günden bu yana açıkça ortadadır. Özdağ’ın Antalya mitinginde kullandığı hiçbir ifade hakaret suçuna girmemekte, eleştiri sınırları içinde bulunmaktadır. Tüm bunlar gün gibi ortadayken, alelacele yemek yediği masadan alınarak İstanbul’a götürülmesi tamamen psikolojik baskı oluşturmaktadır. Ancak asıl baskı ve korku onların üzerindedir. Ankara’da toplanacak kalabalıktan korkup, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi Genel Merkezi’nden uzak olmasını sağlamak için İstanbul’a apar topar götürülmesinin sebebi budur.

Zafer Partisi’ni “13 yaşındaki ergenlerin partisi” olarak lanse etmeye çalışırken, 13 yaşındaki gençlerin geleceğini elinden alanlara karşı; çocuğundan, gencine ve yaşlısına kadar yekpare bir bütünleşmeyle dün akşam ve bugün Çağlayan Adliyesi önünde art niyetli herkese cevap verilmiştir.

Her türlü devlet aracını kullanarak muhalefeti dize getirmeye çalışanlar başarılı olamayacaklardır. Ergenekon’da yargıladıkları paşalar ve pek çok vatansever gün sonunda dimdik ayakta, haklı bir gururla dururken; bugün AKP’liler “kandırıldık” demekle yetinmişlerdir. Yine yarın dimdik ayakta duranlar bizler olacağız. Bu baskılara karşı direnmenin yolu, demokratik bir adalet mücadelesinde birleşmektir. Bu noktada birleşen halkın iradesinin karşısında durabilecek bir ferman henüz yazılmamıştır. Tarih göstermiştir ki fermanları yazanlar, gün sonunda demokrasiye ve milletin iradesine yenik düşmüştür ve yine düşecektir.

20 Ocak 1990’da Rus zulmüne uğrayıp katledilen Türkler ile bugün, 20 Ocak 2025’te AKP yönetiminde hukuk yoluyla bastırılmaya çalışılan Türkler aynı Türklerdir; karşılarındaki düşman da aynıdır. Mücadele edecek ve yüzyıllarca zulme karşı duracak olanlar da aynı Türklerdir!

Ümit Özdağ’ın gözaltı süreci, hepimiz için bir sınavdır. Bu sınavdan birlik olarak çıkarak milletimize hak ettiği hayatı sunmak; demokrasiden yana durarak adaletin yeniden işlediği bir Türkiye için uğraşmak tüm vatandaşların görevidir. 


Yorumlar