Boğaziçi Üniversitesi Olayları, Protesto ve Türk Milliyetçiliği


 Boğaziçi Üniversitesi Olayları, Protesto ve Türk Milliyetçiliği

Son günlerde gündemi saran ve Gezi Parkı Protestolarını andıran olaylar ile karşı karşıya kaldık. Bilindiği üzere Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni rektör atanması Türkiye’de birçok kişi tarafından ve özellikle Boğaziçili öğrenciler tarafından tepki topladı. Bu tepkiler 2-3 haftadır sürse de geri adım atmayı lugâtınden silmiş olan siyasi yönetim, tabi ki daha çok hırslandı ve atanan rektörün pr çalışmalarını yapmaya başladı. Tepkiler de bununla benzer oranda büyüdü ve çeşitli sloganlarla yürüyüşler düzenlendi. 

Bugün yani 02.02.2021’de ise polis, öğrencilere karşı şiddetini artırdı ve tamamen olayı protesto etmek için orda olanların yanında terör propagandası da yapmış olan bazı öğrenciler göz altına alındı. Bunun üzerine ise farklı illerde protestolar artarak devam etti.

Post-Truth ve Olayların Aslından Kopması

Protestolar sırasında, henüz doğrusunu öğrenemediğimiz ve muhtemelen de öğrenmemizin mümkün olmadığı videoda, bir polis memuru, yürüyen öğrencilere “aşağı bak” ya da “aşağıdan” şeklinde bir şey söyledi. Protestocular ve protestoları destekleyenler tarafından kameraya alınan bu an sosyal medyada #aşağıyabakmayacağız şeklinde paylaşılırken, karşıt görüşlü kişiler ise bu videoyu hayır burada polis aşağıdan devam et diyor şeklinde bir yaklaşımla reddetti. Olay bağlamdan koptu. İşte algılarımıza gerçekliğin kaybettirildiği bir sorun. Asıl olanın ne olduğunu kavramanın güçleştiği ve suyun bulandırılması için çıkarılan çeşitli videolar, kayıtlar ya da iftiraların kullanılması… Yani gerçeklik sonrası ve post-truth olarak adlandırılan yeni çağın önemli mantık sorunlarından birisi... Asıl olan; Boğaziçi Üniversitesine, geleneklerine aykırı olarak, kendi içerisinden olmayan ve fazla siyasi bir ismin rektör olarak atanmasının protestosu iken birdenbire devletin polisi ve hakkını arayan bir grup öğrenci karşı karşıya getirildi. Mesele, LGBT+ tartışmalarına indirgendi ve bununla da kalınmayıp LGBT+ bireyler sapkın olarak nitelendirildi.

LGBT+ Bireyler, Terör ve Devlet

Protestolar sırasında, cinsel yönelimi gelenek ve din tarafından kabul görmese bile devlet tarafından korunmak zorunda olan vatandaşlara karşı nefret suçu işlendi. Bunun üzerine LGBT+ destekçisi dernekler protestolara daha fazla katılmaya başladı ve her yer bayrakları ile doldu. Hatta tüm protestocular LGBT+ için toplanmış gibi gösterilerek yine olay bağlamdan koparıldı. Akademideki geleneğin yıkılmasına ve liyakatsızlıklara karşı verilen bu tepki birdenbire birtakım kişiler tarafından terör destekçilerinin devlete karşı başlattığı bir protesto haline getirildi. Türkiye’de her eylemde bu şekilde bir tepki ortaya koyan çevreler kendi protesto kültürünü oluşturmak yerine her protestoyu terör yandaşlarının eline kucağına itti. Artık böyle olmayacaksa bile milliyetçi ve muhafazakâr tarafın söylemlerinin desteklemesi ile “protesto”, “eylem” denilince terör sempatizanlarının yuvası halindeki kimi dernek ve vakıfların karışmaması imkânsız hale geldi.

Bu dernek ve vakıflıkların birçoğunun HDP ve Terör sempatizanı olması, toplumun LGBT+ bireyleri terör ile aynı kefede görmesine sebep oldu. Tıpkı PKK’nın kadın kolları gibi davranan bazı sözde Feminist derneklerin toplum tarafından dışlanması ve feminist harekete bu durumun zarar vermesi gibi LGBT+’lar da asıl amaçlarından kopmuş olan vakıf ve dernekleri ile kendi hareketlerine zarar verdi.

 Yani asıl amacından uzak, dış destekli bazı dernekler yüzünden LGTB+ bireylerin asıl mücadeleleri gölgede kaldı.

 Ancak şu anda devlet burada kiminle ne zaman mücadele edeceğine doğru karar verebilen bir yapıda olsaydı çözüm sürecinde elini sıktığı insanları bugün içeri almaz bu kadar güçlenmelerine izin vermezdi. Hatta terör ile mücadele etmeyi sadece kendi politikalarını haklı göstermek adına kullanmaz ve başka kusurlarını örtmek için araç haline getirerek bağlamı farklı sunmazdı. Toplumun teröre olan haklı öfkesinden yararlanarak her sorunda bu meseleyi meze etmezdi. 

 

Protesto Kültürü ve Türk Milliyetçileri

Osmanlının son dönemlerinde Türk milliyetçileri istibdat ve baskıya karşı bir direniş abidesi olarak var oldular. Padişaha karşı Meşrutiyeti ve hatta Cumhuriyeti savundular. Daha sonra ise 3 Mayıs 1944'te bu kültürü devam ettirip nihayetinde tabutluklarda bunun acısını yaşadılar. Ancak şu anda, gerek 3 Mayıs’ın gerek 1980’lerin acısını hala yaşayan Milliyetçi gelenek bugün protesto ve çatışmadan uzak bir politikayı tercih etmektedir. Böylece; değişen dünya siyaseti ve 1980 sonrası gelişmeye başlayan postmodern kimlik siyaseti, milliyetçi geleneğin boşalttığı protesto kültürünün yerine kondu. Kâinat boşluk kabul etmeyince, protesto etmediğimiz yerde antitezimiz protesto kelimesi ile bütünleşti. Biz hep tam tersinin olduğunu düşündük ancak süreçler birbirini karşılıklı olarak destekledi. Bunu hep gözden kaçırdık.

Kaçırdığımız protesto kültürü gün geldi bizi de vurdu. Bugün Boğaziçi üniversitesi öğrencileri hakkını ararken milliyetçi fikirlerin daha hâkim olduğu bilinen Gazi Üniversitesi’nin bölünmesinde yapılan protestolar bu protestoların yanından bile geçilemeyecek kadar cılız kaldı. Sonuç olarak Gazi’nin kültürü bitirildi de ve adı sanı bilinmeyen Hacı Bayram Veli Üniversitesi’ne çoğu bölümü verilerek bölünmesi izlendi.

Asıl Olan ve Değerlerimiz

Kaçırdığımız bir nokta da yukarıda da vurguladığım bağlam meselesi oldu. Asıl olan neydi? Bizim ele aldığımız ve eleştirdiğimiz karşı çıktığımız asıl olandan bahsediyorum. Tüm değerlerden arınmış olan bir asıl... Değerler etrafımızı öyle bir sarmıştı ki milliyetçiler olarak asıl olanı unuttuk. Devlet, gelenek, görenek kavramlarına olan fetişimiz apaçık önümüzde olan doğruları çarpıtarak algılamamıza sebep oldu. Daha önce Alperen İnce’nin yazısında ele aldığı şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve Ali İsmail Korkmaz konusu da bu şekilde karşımıza çıktı.[1] Yine asıl olanı unuttuk. Oysa bugün önümüzde duran mesele ne devlet düşmanlığıdır ne de polis nefreti. Elbet her protestoda antitezlerimiz tarafından bulandırılmaya çalışılan meseleler olacaktır. Bu kimi zaman bir video ile kimi zaman ise üç kişinin diğerlerinden bağımsız olarak attığı terör destekçisi sloganı ile olabilir. Ancak bizim boynumuzun borcu her zaman doğru olanı dile getirebilmek olmalıdır. Devlet; yeri geldiğinde haksızlığa uğramış olan, cinsel yönelimi toplum tarafından kabul göremeyen vatandaşını dahi şiddete karşı korumak zorundadır. Ancak siyasal İslam’dan önce Kemalist faşizminin yaptıklarını bugün siyasal İslam yapmakta ve devletleşen hükûmetler devletin asıl var oluş amacını atlayıp ideolojileri için devleti kullanmaktadırlar. Devlet ve Hükumet ayrımı ortadan kalkmışken Türk milliyetçileri hala daha devlet fetişizminde sıkışıp asıl olandan kopmaktadırlar.

Bu Milletin Milliyetçiliği mi Yapılır?

Son zamanlarda Türk milliyetçiliği “Bu milletin mi milliyetçiliğini yapacağım?” şeklinde yanlış bir yaklaşımla değerlendiriliyor. Mantık çerçevesinde izlenmeyen politikalar ise oldukça yanlış olan bu bakış açısını destekliyor. Oysa milliyetçilik ideolojisi mantıktan uzak saf duygular ile yapılan romantik bir anlayışla değil tam tersine modernizmden beslenen realist ve hep birlikte olmanın hep birlikte hareket etmenin gerekliliklerini savunan, hayatta kalmak için şart olan, çok temel bir ideolojidir. Bu sebeple de reel politikada faydası olmayacak olan duygusal yaklaşımlardan uzak kalmalıdır. Dün nasıl Gazi Üniversitesi’nin geleneğinin yıkılması makul ve faydalı bir yaklaşım değilse bugün de Boğaziçi’ne fazla politik bir ismin atamasını yapmak ne liyakata uygundur ne de milletin faydasınadır.  

Bitirirken…

Türk milliyetçiliği içerisinde; devlet, gelenek ve görenek fetişizmi aşılmadıkça, duygusal bağlardan kurtulup millete faydası olan politikalara yönlenmedikçe, özgürlük ve güvenlik ikileminde özgürlük de en az güvenlik kadar önemli olmadıkça Türk milliyetçileri olarak ne postmodernizmin kimlik siyaseti ile baş edebilir ne de apaçık her zaman doğrunun ve millete faydalı olanın yanında olabiliriz. Zamanla asıl olanı kaybeder ve sadece araçlar için yaşar hale geliriz. Oysa devlet, gelenek ve görenekler birer amaç değil araçtır. Birer özne değil nesnedir. Bu sebeple sarıldığımız fetişlerimizden kurtulmadan ve protesto kültürümüzü geri kazanmadan Türk siyaseti içerisinde doğru tepkileri ortaya koyabilmemiz mümkün görünmüyor.  Bu sebeple “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” diye bağırdığımız günlere geri dönmemiz gerekmektedir.

 



Erişim Tarihi: 02.02.2021.

Yorumlar