HANGİ FEMİNİZM?

 


Feminizm ve Dalgaları Nelerdir?

Siyasi, sosyal, ekonomik, kamusal veya özel fark etmeksizin hayatın her alanında hak mücadelesinin itici ve dönüştürücü bir güç halini alması ve toplumların doğru yönde evrilmesini sağlaması bağlamında kullanılan “dalga” kelimesi, işte bu kapsayıcılığı sebebiyle feminist terminolojide oldukça önemli bir yere sahiptir. Dalga, arkada olanı öne iter. Sert bir güçtür ve önünde kolay kolay durulamaz. Ancak koca koca duvarlar, setler yapmak gerekir ki bu dalgalar bir yerlere çarpsın ve geldiği gibi geri gitsin.

Bu ve benzeri sebeplerle kadın hareketlerinin farklı versiyonlarını, arayışlarını, mücadelelerini dalga olarak nitelemek yerinde görülmüştür. Toplumun yüzyıllar içerisinde oluşturduğu tabular da bu koca setlere ve duvarlara benzer. Kimilerinin en ufak bir değişimin tüm geleneği yıkacağına yönelik korkuları da kendi fikir dünyalarında bu setleri inşa etmelerine sebep olmuştur/olmaktadır. Tüm bu konulara girmeden önce 1. 2. ve 3. dalga feminizmin içeriğinden bahsedeceğim. Yayınlarımızda çokça sorulan sorulara da cevap olacağı düşüncesindeyim.

        1. Dalga Feminizm (1893 – 1920)

1. Dalga Feminizm, Sanayi Devrimi sonrasında bu devrimi yaşayan ülkelerde ortaya çıkmıştır. Fabrikalarda çalışacak kişilere olan ihtiyacın çoğalması ve büyük oranda savaşlarda ölen erkek nüfusun bu alanda yetersiz kalması ile kadınlar evlerinden çıkmışlar ve çocuk işçiler ile birlikle fabrikalarda çalışmak durumunda kalmıştır. Kadın ve çocukların daha uzun süre kötü koşullarda çalışmalarına rağmen onlara, erkeklere verilen ücretin çok daha azı verilmiştir. İş yerinde taciz ve tecavüz olaylarının başlaması, aldıkları maaşın emeklerinin karşılığını vermemesi, kadının hem ev içi hem de ev dışında ikinci konumda olduğunu daha bariz bir şekilde ortaya koymuştur. Doğu toplumlarındaki kadınlar, ekonomik hayatın tarım üzerinden devam ediyor olması sebebiyle sanayileşmiş ülkelerdeki kadınlarla benzer sorunları yaşamamışlar ve konumlarının radikal bir şekilde ikincilleşmesini algılayamamışlardır. Kurbağa hikâyesinde olduğu gibi yavaş yavaş yanmışlar ve bunu hissetmemişlerdir. Bu sebeple kadın hareketlerinin çırası ilk olarak Batı’da yakılmıştır.

1. Dalga Feminizmin önemli isimlerinden ve feminizmin annesi olarak tanınan İngiliz aydınlanmacı yazar Mary Wollstonecraft tarihe geçmiştir.[1]

Wollstonecraft’ın babası ile annesinin kötü ilişkileri belki de onun küçük yaşlardan itibaren evliliği ve erkeklerin egemenliğini sorgulamasına sebep olmuştur. Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı kitabı, feminizm ile ilgili temel bilgilerin rahatça anlaşılabileceği bir el kitabı niteliği ile konuyla yeni ilgilenmeye başlayan okuyucularımıza kaynak önerisi olarak verilebilir. Bunun yanında Frances Wright ve Sarah Grimké de 1. Dalga Feminizmin diğer önemli isimleri olarak görülmüştür.[2]

Liberal Feminizm ve kültürel feminizm bu dönemde ortaya çıkmıştır. Yukarıda da zikrettiğimiz isimler Liberal feminizmin temsilcileridir ve daha çok doğal haklar üzerinde durmuşlardır. Erkek ve kadınların varoluştan çok benzer olduklarını ve akıl yolu ile iki cinsin de aynı şeyleri bulabileceğini savunmuşlardır. Kadınların akılda erkeklerden farklı olmadıklarını ve bu sebeple de siyasette ve yaptıkları diğer işlerde aynı muameleyi görmek istediklerini dile getirmiştelerdir.

Kültürel Feminizm (Ekofeminizm), siyasi bağlamdan ziyade kültürel bağlam üzerinde yoğunlaşır. Daha çok Hristiyanlığa atıf yapar. Aile ve din kurumunu eleştirir. Bahsedilen kurumların ataerkil düzenin elinde olduğunu ve bu sebeple kadınların ikinci sınıf olarak görülmesinin önünü açtığını vurgular.[3] İncil’in iki cinsiyet için de yazıldığını ancak sadece erkekler için inmiş gibi gösterildiğini dile getirir. Din adı altında oluşturulan eril düzeni reddeder. Hristiyanlığa değil, toplumun dini algılayış ve uygulayış biçimine karşı durur. Ancak kültürel feministler kendilerini radikal olarak görmez ve diğerlerine göre daha barışçıl ve işbirlikçi olarak tanımlar. Kültürel feminizm kadın ve erkeğin farklılıklarını kabul etmiştir ve kadını daha barışçıl bir üslupla tanımlar.[4] Anaerkil bir düşünce sitemini savunurlar. Anaerkil düşünce sistemini anlamak adına 1911 yılında Charlotte Perkins Gilman tarafından kaleme alınan Kadınlar Ülkesi adlı roman iyi bir örnek olabilir.[i] Kültürel feminizm ayrıca anaerkilleşme sürecinden sonra “amfiarki” (iki cinsiyetli) zamana geçileceğini iddia eder.[5] Kültürel ve liberal feministler askerlik yapma konusunda ayrı düşerler. Kültürel feministler askerliğin ataerkil olduğunu ve kadınların yapmaması gerektiğini savunurken liberal feministler eşit hak ve sorumluluk bağlamında askerliğin kadınlar için de var olması gerektiğini savunur.[6] Aynı zamanda eş cinselliği normal karşılamaları bağlamında da farklı bir tavır ortaya koyarlar.[7] Daha sonraki yıllarda kültürel feminizm kendi ismiyle devam ederken aynı zamanda “ekofeminizm” olarak da anılmaya başlar. Bu çerçevede kadınlar özgürleştikçe doğanın da özgürleşeceği vurgusu yapılmış ve bu durum günümüzde daha çok duyulur hale gelmiştir.

1. Dalga Feminizme 2. Dalganın başlamasıyla bitmiştir demek yanlış olacaktır. Belli bir tarih sırası ile anlatmak, o döneme ait olan fikirlerin tam olarak bittiği anlamına gelmemektedir. Günümüzde hâlâ liberal feminizme ve kültürel feminizme atıf yapan ve liberal/kültürel feminizmlerin bazı fikirlerini savunan feministler vardır. Liberal feminizmin oy hakkı ve siyasette yer bulma mücadelesi en azından yasakların kalkmasıyla hukuki olarak başarıya ulaşmıştır. Bu bağlamda, en son 2015 yılında Suudi Arabistan’da kadınların belediye seçimlerine katılabileceği bildirilmiştir.[8] Dünyanın her yerinde, kadınların eril bir alan olan siyasette yer bulma konusu hâlâ aşılamamıştır. Kadınlar, aktif olarak siyasette pek yer bulamazken maalesef çoğu siyasi partide de “vitrin” olarak kadın isimleri yazılmaktadır. Ayrıca kadınlar; kadın, aile ve çocuklarla ilgili konulardan farklı olarak güvenlik, dış politika, savunma gibi alanlardan ve bunları ilgilendiren konulardan uzak tutulmaktadırlar.[9]

2. Dalga Feminizm (1960 – 1970’ler)

2. Dalga Feminizm 1. Dalgadan ve liberal feminizmden farklı mücadele alanları geliştirmiş ve kadın ile erkek arasında varoluştan gelen bir farklılık olduğu üzerinde durmuştur. Onlara göre bu farklılık, gücü elinde bulundurmak isteyen erkeğin doğasının kadını ikinci sınıf görmek ve bastırmak üzerine olduğudur. Bu sebeple radikal feministler, kadınların sürekli olarak erkekler ile mücadele içerisinde olmaları gerektiğini tabiri caizse ‘‘uyanık’’ olmaları gerektiğini vurgulamışlardır. Ayrıca bu dalgada “kız kardeşlik” vurgusu öne çıkmıştır.[10]

Radikal Feminizmin 1960’larda ortaya çıkması dönemin şartları ile ilgilidir. Bu dönemde çevre hareketlerinin yüks
elmesi, savaş karşıtlığının artması ve eylemsel hareketlerin daha çok görülür olması yeni “radikal” görüşlerin doğumuna uygun bir ortam hazırlamıştır. Radikal feminizmin; evlilik kurumuna karşı çıkması, lezbiyen ilişkileri desteklemesi ve bu ilişkilerin artması gerektiği yönündeki açıklamaları onun radikalliğine işaret eden çıkışlarıdır.[11] Bu görüşleri ile 1. Dalga Feminizmden tamamen ayrılmıştır. Biyolojik temelli bir karşı çıkışı bulunmaktadır. 

Aslında feminizm; siyaset bilimi, tarih, uluslararası ilişkiler ve bilimin neredeyse tüm dallarının eril bir yapıya sahip olduğunu ve bu yapıların tümden sorgulanması ve eleştirilmesi gerektiğini savunur. Bahsedilen eleştiriler ancak 2. Dalga Feminizm ile ortaya çıkmıştır. Radikal Feministlerden Kate Millett bu bağlamda önemli bir isimdir.

Marksist Feministler kadınların ikincil duruma düşmesi, aşağılanması ve haksızlığa uğramasını tıpkı işçi sınıfının haksızlığa uğraması gibi sınıfsal olarak değerlendirirler.[12] Bu noktada salt kadın hakları savunuculuğu değil, aynı zamanda ezildiğini düşündükleri farklı sınıfların da savunuculuğunun yapılması gerektiğini düşündükleri için liberal feministlerden ayrılırlar. Kadın, üretim ilişkileri yüzünden toplumda alt tabaka olarak görülmektedir. Bu yüzden kadın ve erkeğin eşit olmasını sağlamak için önce üretim ilişkilerine bakmak gerekmektedir. Marksist feminizm kadınların ev içi üretimine de dikkat çekerek bu üretimi, erkeklerin üretiminin temeli olarak ele alır. Sınıfsal bir bakış açısına sahip olan Marksist feminizm, 2. dalganın özelliklerinden biri olarak farklı konulara da değinmiştir. Bu noktada özneyi sadece kadınlar olarak değil, üretim ilişkileri sebebi ile ezilen ve azınlıkta olan tüm gruplar olarak kabul etmektedir. [13]

3. Dalga Feminizm

3. Dalga Feminizm, 1. ve 2. Dalgadan sonra gelişir ve 1990’lar sonrasını kapsar. 1. ve 2. Dalganın tamamlayamadığı ve hâlâ uğruna mücadele edilmesi gerektiği düşünülen bazı konular üzerine eğilmiştir. Aynı zamanda onu diğerlerinden farklı kılan bir bakış açısı ortaya koymuştur. Toplumların ve kültürlerin kendilerine göre geliştirdikleri farklı eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu farklılıklar sebebiyle ortak bir mücadeleyi tek bir kültüre göre şekillendirmeyi yanlış bulmuştur. Farklı toplumlardaki kadınların farklı sorunlardan muzdarip olduğunu dile getirmiş, bunun için hepsinin sorunlarının ayrı ayrı tespit edilmesi ve onların üzerine gidilmesi gerektiğini savunmuştur. Beyaz kadınlar ile siyahi kadınların uğradıkları haksızlıklar ve yaşadıkları aşağılanmalar birbirinden farklıdır. Amerika’da bir beyaz kadın eşit ücret konusunda sorun yaşarken siyahi kadının önceliği hayatta kalmak, tecavüze uğramamak ya da herhangi bir iş bulabilmektir.


Postmodern Feminizm de son dönemlerde en çok konuşulan konular arasındandır. Klasik akımların tamamen dışında kalarak kadınlık üzerinden değil de cinsiyetler üzerinden bir okuma yapar. Postmodernist bakış açısı, temel felsefesi olan ‘‘Ne kadar çok insan varsa o kadar çok hakikat vardır.’’ üzerinden şekillenir. Postmodernizmin bu savını feminist teori içerisinde cinsiyetleri reddederek ‘‘Ne kadar çok insan varsa o kadar çok cinsel kimlik vardır.’’ şeklinde savunur. Cinsiyetleri kadınlar ve erkekler olarak ayırmayı açıkça reddederler. Onlar için asıl olan çoğulculuktur. Cinsiyet ayrımını reddeden bu anlayış toplumsal cinsiyet üzerinde daha çok durur.[14] Judith Butler’ın Cinsiyet Belası kitabında bu noktada önemli savlar ileri sürülmüştür.

Feminizm 1850’den sonra sistemli hale gelmiş, günümüze kadar pek çok farklı açıdan değerlendirilmiş ve kollara ayrılmıştır. Batı’nın sanayileşmesi ile kadınların birbirinden farklı ve ağır yaşam koşullarına katlanmak zorunda kalmaları aslında fitili ateşleyen kıvılcım olmuştur. Bu noktada günümüzdeki çoğu fikir sistemleri ve ideolojiler gibi feminizm de her ne kadar tüm kadınları kapsadığını iddia etse de çoğu Batılı olmayan toplum tarafından benimsenmemiş ya da kendi yorumları ile ele alınmıştır. Bu da insan doğasının pek tabii bir sonucudur.

 

 

 

 

 

Kaynakça

Aybüke, Kaplan. “Sosyalist Feminizm”, 2017.

Donovan, Josephine. Feminist Teori. İletişim Yayınları, 2014.

Özsöz, Cihat. “Kültürel Feminist Teori ve Feminist Teorilere Giriş”. Sosyoloji Notları 6 (2008): 27–28.

Prügl, Elisabeth. “Feminism and the Postmodern State: Gender Mainstreaming in European Rural Development D”. American Journal of Sociology 118, sayı 3 (2015): 676–727.

Tosun, Erkan. “Feminist Teori”. Modern Soyoloji Tarihi 8 (2020): 9.

Tür, Özlem, ve Çiğdem Aydın Koyuncu. “Feminist Uluslararası İlişkiler Yaklaşımı: Temelleri, Gelişimi, Katkı ve Sorunları”. Uluslararası İlişkiler 7, sayı 26 (2010): 3–24.

 

 



[1] Erkan Tosun, “Feminist Teori”, Modern Sosyoloji Tarihi 8 (2020): 9.

[2] Tosun.

[3] Josephine Donovan, Feminist Teori, İletişim Yayınları, 2014.

[4] Tosun, “Feminist Teori”.

[5] Cihat Özsöz, “Kültürel Feminist Teori ve Feminist Teorilere Giriş”, Sosyoloji Notları 6 (2008): 27–28.

[6] Özsöz.

[7] Özsöz.

[8] “Suudi Arabistan’da Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı” https://www.sondakika.com/haber/haber-suudi-arabistan-da-kadinlara-secme-ve-secilme-7619432/

[9] Özlem Tür ve Çiğdem Aydın Koyuncu, “Feminist Uluslararası İlişkiler Yaklaşımı: Temelleri, Gelişimi, Katkı ve Sorunları”, Uluslararası İlişkiler 7, sayı 26 (2010): 3–24.

[10] Elisabeth Prügl, “Feminism and the Postmodern State: Gender Mainstreaming in European Rural Development D”, American Journal of Sociology 118, sayı 3 (2015): 676–727.

[11] Tosun, “Feminist Teori”.

[12] Kaplan Aybüke, “Sosyalist Feminizm”, 2017.

[13] Tosun, “Feminist Teori”.

[14] “Feminizm Yazı Dizisi/4 Postmodern Feminizm” https://vninmurekkepizi.wordpress.com/tag/postmodern-feminizm/



[i] Gillman ile aynı dönemlerde yaşamış olan Şefika Gaspıralı’nın da çok benzer tarzda tersine dönmüş bir kültür betimleyerek öyküler yazdığı bilinmektedir.

 

 

 

 

Yorumlar